Radikal Genç
27 Temmuz 2008
Ergenekon
soruşturması hakkında yapılan tartışmalar, sol düşüncenin soğuk savaş dönemi
etkisinden çıkmasının önemini göstermekte. Aslına bakarsanız bu çıkış (hatta
kurtuluş) Türkiye’de bu tartışmalarla sağlanmakta. Nedeni oldukça açık: çıkış
sürecini besleyecek, sonrasını taşıyacak bir sosyalist partinin yoksunluğu. Bu
yüzden ne oluyor? Belli yayın organlarında köşe edinmiş aydınlardan bu
yoksunluğun tarihsel nedenlerini okuyoruz. 12 Eylül öncesi sol ve darbeciler
konusundaki ortak paydada darbe anayasasının değişmesi ve darbecilerin
yargılanması var. Darbe buhranından çıkışla 1990’ların başında küçük küçük dile
getirilebilen demokratikleşme talepleri yeni bir şey değil. Yeni olan, solun
içinden gelmesi dolayısıyla kendini halen sosyalist olarak gören birilerinin
darbe anayasını değiştirmemek için ellerinden geleni yapmaları. Eski TKP Genel
Sekreteri Nabi Yağcı’ya göre Türkiye’deki sol, değişimci bir güç olmaktan
çıktı. CHP Ergenekon’nun avukatlığını yaparak statükocu olurken diğer bir kesim
de “kendi aralarında kapışsınlar” mantalitesiyle Sovyet dönemi solculuğuna
devam ediyor. Murat Belge bu duruşların nedenlerini şöyle sıralıyor: birincisi,
AKP’nin yararına olan her türlü gelişmeye karşı olmak. İkincisi Türkiye’de
solun devletçiliği ve emperyalizm karşıtlığını değişmez ve değişmesi teklif
dahi edilemez ilkeleri olarak içselleştirmiş olması ve kemalizmi de bir çeşit
komşu ideoloji olarak görmesi, Belge için sonuncu neden olarak en önemlisi ise
Türkiye’de Soğuk Savaş döneminde biçimlenen solun savaş sonrası değerlere ayak
uyduramaması. Bu bağlamda, Ergenekon’dan haberdar olan köşe yazarlarının böyle
bir örgütü haber etmeyişlerini açıklabiliyoruz ama hangi bağlamda Susurluk
olayına karşı durduklarını anlayamıyoruz tabiki. “Ötekileştirme” öyle bir şey
ki, bir zaman sonra öteki üzerinden kendini tanımak zorunda kalır insan. Berlin
Duvarı yıkılana kadar Batı’nın ötekisi sosyalizmdi. Türkiye’nin iktidarı da
muhalifi de buna göre konumunu almıştı. Bugün Batı, sosyalist “öteki”sinden
türettiği tetörist “ötekisi”yle korkularını, korkuları üzerinden yaşam şeklini
belirliyor. Susurluk’a karşı çıkmak başka bir şey, “Susurluk’un ortaya
çıkmamasına karşı çıkmak” başka bir şey. Bir ülkenin her anlamda
biçimlendirilmesinden bahsediyoruz. Kimin hangi tarafta niçin olduğu belli olan
bir toplum yaratılmak istenen. Tarafları yönlendirmek ve her zaman belli bir
zümrenin bir adım önde olmasını sağlamak amacıyla insanların önüne
savunduklarını düşündükleri bir şeyler atmanız gerek. Susurluk, bir kazaydı.
Planlanmamıştı; ama biliyoruz ki sonrası gelmedi.
Ergenekon davası
AKP’nin kapanma davasına karşılık hızlanmış olabilir, bu mümkündür. O halde bu
davanın demokrasi için sonlanmasının en başta gelen takipçileri sosyalistler
olmalıdır. Bu kadar basit, bu davayı savunuyorsanız iktidar destekçisisiniz
gibi bir düz mantık sağlıklı bir duruş, yapıcı bir politika olabilir mi? Bu tutum, “Susurluk gerçeğinin ortaya
çıkmamasına karşı olma” tutumundan bir adım ileriye götürebilir mi bizi?
Susurluk, ergenekonun sadece bir uzantısı oysa ki. Gün geçtikçe açığa çıkıyor.
Ve artık “Ergenekon gerçeğinin açığa çıkmasına” karşı olunuyor. Hürriyet
gazetesinden Yılmaz Özdil, Cumhuriyet
Gazetesi Ankara temsilcisinin tutuklanması üzerine, “Mustafa
Balbay gibiler içeri girecek ki, öbürleri dışarda gezebilsin, kıyaslanmadan.”
diye yazabiliyor çünkü darbe anayasasının yarattığı iktidar ilişkileri içinde
varlığını sürdürebiliyor. Diğer taraftan üniversitedeki sosyalistliğinden bir şey
eksiltmediğini (ve ona bir şey eklemediğini) kendine kanıtlamak adına
gelişmelerin kendi sorunu olmadığını yazarak, darbe girişimlerine “izleyici”
kalan bir sol var ki rüzgar durulduğunda anti – emperyalist kalabildiğini
düşünüp bununla övünebilecek. Evet bütün bunlar da o sosyalist partinin
yokluğunu açıklıyor. Bu kadarını yapabiliyorlar demek ki. Yoksa insan neden
elinden geleni yapamasın ki?
Peki sizin
yapabildiğiniz ne?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder