Kitap: Bir Düğün Gecesi
( Dar
Zamanlar II )
Yazar: Adalet Ağaoğlu
Gitmek , gülmek , koşmak , düşmek,
gidememek,, kalmak, dokunmak, beklemek, dönmek.... Günler, bütün bu eylemsileri
eyleme dönüştürerek geçiyor. Günler geçiyor. Yaşam, dar zamanlar
arasında sıkışıp kalıyor. İnsan kendini tekrarlamaktan vazgeçmiyor.
Bir Düğün Gecesi’nde çekilmiş bir
aile fotografında ölümsüzleşen o an, onlarca di’li geçmiş zaman hikayesi
barındırabilir. Her bakış kendi hikayesini anlatır birörnek “peynir
gülümseyişleri” içinden. Güzelce boyanmış, giydirilmiş karakterler en gerçek
manzarası oluverir bir memleketin. Gitmek, düşmek, beklemek, yorulmak
vatandaşın çok zamanını aldığı için kırk yılda bir görüşebilen eş, dost, amca
oğulları dar zamanlara sığdırmak zorunda kalır konuşmalarını. Dar zamanlara
sıkışıp kalan yaşamlar ana başlıklar halinde konuşurlar: “Keşke Aysel de burda
olsaydı.” , “İntihar etmeyeceksek içelim bari!” , “Sizinle konuşmak isterdim
hocam.”. Kızımız Ayşen ve oğlumuz Ercan’nın düğününde bu başlıkların
hikayelerine izin veriyor Adalet Ağaoğlu. Fotografları konuşturuyor. Ve ben,
herhangi bir düğünün iki insanın biraraya gelmesinden daha fazlası olduğunu
daha önce nasıl ıskaladığıma yanıyorum.
Düğün
Gecesi’nin ilk fotografı, gelin ailsenin yıllanmış damadı Profesör Ömer. Konuşan, gülüşen bakışan küçük çemberli sohbet
gruplarının birine yanlışlıkla düşmüş kurtarılmayı bekleyen dalgın görünüm...
Çemberin içindekiler profesöre duydukları nezaketten ötürü bu yanlışı ustaca
örtüyorlar. Profesörse en başından beri çemberin dışında. Bütün konumlandırmaların
kalın çizgilerle belirlendiği bir sahnede ona yer ayırılmamış. “Yarın bu düzen değişince, ülkenin yeni
ekonomistlere, mühendislere, mimarlara, yargıçlara gereksinimi olacak. Ama siz
bu alanları şimdiden size karşı olanların eline bırakmak niyetindesiniz.
Gerçekçi bir tutum değil bu.” * (sy. 161)
Sahne
düzeni bu yargıya göre hazırlanmamış.
“Bizi geriletmek için bir bahane değil
mi bu?”
Tümgeral Hayrettin Özkan’nın oğlu
ile ünlü toprak zenginlerinden İlhan Dereli’nin kızının düğününde tabiki ünlü
bir sanatçı sahnedeydi. Şarkı, Dünya dönüyor sen ne dersen de, derken gelinin
küçük halası kim bilir kaçıncı kadehini yudumluyordu. “İntihar etmeyeceksek
içeli bari!”. Ressamdı Tezel. Yıkılmak istenen düzende içebilmek için turistik
resimler yapıyordu. Bu edilgen cümlenin gizli öznesiyse (Yıkılan ne? Düzen.
Yıkıcak olan kim? Gizli özne.) ona nasıl çizmemesi gerektiğini söylüyordu.
Tezel de bütün bunlara gülümseyebilmek için... İçiyordu...
Yaşamın kendisi bir “yolculuk
hali” olduğundan düşünceler mutlaka geçmişe, nedenlere, bugüne, arzulara, yarına,
amaçlara, suçlamalara, tesellilere uzanır. Uzaktan akrabaların çektirdiği bir
fotografta çerçevenin aldığı mekanın köşesinde kimseyle göz göze gelmemeye
çalışan bir kadın var. Tezel. Bana yolcuğunu anlatıyor:
“ Yok, yok
kendime bir şey anlatmak istemiyorum. Hele benim beni anlamamı hiç istemiyorum.
Böyle bir derdim yok. Arada bir yoklayan bu nöbetler de geçer. Zaten iyice
seyrekleşti. İşte bak, bir otobüstesin. Vınlayarak gidiyorsunuz. Sen abinin
kızının düğününe gidiyorsun. Bir kadeh içkiye uzanmak gibi bir şey bu. Bir hiç. Yokum ben. Duruyorum. İçiyorum.
İçebilmek için turistik resimler yapıyorum. Ne suç biliyorum, ne ceza. Ne
seviyorum, ne nefret ediyorum. Yine de nasıl oluyor peki şimdi, bir otobüste
–yarı karanlık- bir yolculuğa çıkar çıkmaz, ya da buna benzer karanlık,
alacakaranlık her fırsatta olduğu gibi örnekse ışığı söndürüp uyumağa geçmeden
önce ya da eski bir tanışa
rastlayıverince bir köşebaşında ya da birinin sizi kendi dışınıza itmeye
zorladığını seçer seçmez, bir şerit geçiyor kafanızdan? Gözlerinizin önünden
bir dizi resim geçiyor? Neden tümüyle engel olunamıyor buna? Onu bunu bilmem. Meğer
nihilist olmak, komünist olmaktan da zormuş! Vay canına, komünist olmaktan da
zor. Yaşayan bilir. Ama az kaldı. Epeyce yolaldım. Bir büyük temizlik yapmadan
da tamam olmayacak bu iş. Şöyle büyük bir mevsim temizliği. Yaşanan yaşandı.
Görülen görüldü. Yaşanan da, görülen de üstümüzde ne yaptıysa yaptı. Biz ne
olduysak olduk. Biraz dıştan, biraz içten yuvamızı yaptık. Bu durmazmış. Sen
durursan, durur.” (sy. 32)
Fotografların derinliğinde bütün
bu düşünceler, Tezel’in hikayesine vardığında görüntüler netleşiyor; sancılı bir dönem, sancılı bir Türkiye. 1974-
78 yılları arasında kaleme alınmış Bir Düğün Gecesi. Bir dönemi ruhuyla
algılamak, sonra bugün ve yarın için o dönemi yapıcı bir şekilde irdelemek
adına önemli bir yapıt. Profesör Ömer, Tezel ve konuşturulan diğer karakterler,
çemberin içinde veya dışında kalmış küçük topluluklar, bir düğünde bir araya
geliyorlar ve Türkiye'nin gerçek bir resmi çıkıyor ortaya.
* 68 Olaylarında öğrencilerin üniversite dersleri protesto etmeleri ve derse katılmamalarıyla ilgili olarak.
Ocak 2005
Bu kitap beni çok şaşırtmıştı. Şimdi, bu yazı da şaşırttı. Bu şekliyle yayınlana bu tanıtım yazısı aslında bir yorum yazısının girişi olarak kalmış gibi.
YanıtlaSilBelki de bir kere daha okuyup güzel bir eleştiri yazısına çevrilebilir.
(Keşke zaman olsa, diyecek oldum. Kitabın adının Dar Zamanlar olduğunu hatırladım. Parantez içinde kurtarmaya çalışıyorum kendimi.)