Evet hayatın neler getireceği belli
olmuyor. Ama yaşamayı her an seçmeye
devam ederken nasılını da kendisi belirliyor insan. En azıdan mutluluğun bilinç
düzeyinde işler böyle gitmekte... Öncelikle şu bilinç düzeyinden bahsetmek
istiyorum. Düşündüğüm cümlelerim vardır benim, boş an cümleleri. İstanbul
trafinde, bir arkadaşı beklerken ya da bekletirken, en çok da yalnızken. Şu an
yalnızım ve bu düşüncelerin dibini boylamak istiyorum. Sonra tekrar zirve
yapabilmek için... Bu yaz yol kitabım Albert Camus’nun “Tersi ve Yüzü” oldu. 12
saatlik yolculukta uykumu derinleştiren bir kitaptı. Ve o kitapta Tahsin
Yücel’in de önsöze koyduğu bir kararı vardır 22 yaşındaki Camus’nun, “Şu
saatte, bütün ülkem bu dünya. Bu güneş ve bu gölgeler, bu sıcak ve havanın
derinliklerinden gelen bu soğuk: her şey gökyüzünün tüm doluluğunu acıma
duyguma doğru boşalttığı bu pencerede yazılı olduğuna göre, ölen bir şey var
mı, yok mu, insanlar acı çekiyorlar mı çekmiyorlar mı diye düşünmem gerekir mi?
Şunu söyleyebilirim, az sonra da söyleyeceğim: önemli olan insanca ve basit
olmak. Hayır, gerçek olmaktır önemli olan, hepsi girer bunun içine, insanlık
da, basitlik de. Ve ben dünya olduğum zaman değil de ne zaman gerçek olurum ki?
Daha ben istemeden yerine getirilmiş her şeyim. Ölümsüzlük şuracıkta, bense onu
umut ediyordum. Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak.” Sonra bu cümlelerin içinde yüzdüm bütün tatil
boyunca. Suyun yüzeyinde daha hafif ve daha gerçektim sanki. Tek başıma
yaptığım dönüş yolculuğunda mutluluğuma dair bütün kararlarım alınmıştı. Onu
tanımlamadan önce anlamalıydım onu, yaşamalıydım. Ve bilinç. Eğer satırlarda,
tüm nesnelliğiyle, bildiğimiz göz gezdirme sessizliğinde okunursa eğer bu
cümle, “Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak.” diyen
yazarın mutluluk ve bilinç arasında bir seçim yaptığını düşünürüz. Çünkü
farkındalıkla beraber gelen bilinç çoğunlukla elini kolunu bağlayan bir yüktür
insana. Zor. Çaresiz. Umutsuz. Sıkışmış. Yalnız. İnsanlar mutluluğun anlık bir
gelip geçiciliği olduğunu bilmelerine (ve bunu kabul etmelerine) rağmen mutlu
olmak için yaşarlar. Duygusal olarak bir süreklilik içinde ona sahip
olamadıklarından ötürü bu sefer onu sahip
olabilecekleri normlara, geri dönüşümlü “iyiliklere”, en sonunda da satın
alabilecekleri her türlü “şey”e dönüştürürler. Giderek nesnelleştiğimi fark
ettiniz mi? Önce doğru iş ve doğru eş, adından ev – araba - çocuk gibi
normlardan Kant’ın asla kabul edemeyeceği geri dönüşümü hesaba katılan
“iyilikler”le kalıplaştırılmış yardım borçlarına geçtim. Ve tabii sonunda,
satma ve satın alma ilişkisinden ibaret olan hazlar etrafında başlangıç
noktasını da kaybeden anlık mutluluklar içindeki insanı nasıl tanımlayabiliriz
bilmiyorum. Penceresinden bakmakta olan yazar, “mutluluk”un patentini alan bu
dünyanın dışında kalmasına rağmen (pencere aslında içeriyi göstermekte...) yine
bu dünyaya karşın kendi mutluluğunu tanımlamadan önce bilinci, farkındalığı
tercih etmektedir. Kendinden başka bütün acılara karşı pasif yani çaresizdir
yazar. Bu nedenle pencerenin önünden çekilebilir, etrafına yüksek duvarlar
çekebilir de. Bütün o acıları görmemek, bilmemek daha da basitleştirebilirdi.
Ama önemli olan gerçek olmaktır. Gerçekliğin dışındaki basitlik aynı zamanda
bilincin de dışındadır. Ancak yazar ikisini birden istemektedir. Gerçek olmak
istemektedir. Mutluluğun bilinç düzeyi...
Sonra... Nedense şundan emin
hissediyorum kendimi, patenti alınmış mutluluğu her okuduğumda bunun bir adım
daha uzundağında hissedeceğim kendimi. Ama kelimeler kadar ayrık değil bütün
bunlar hayatın içinde. Bütün o normların, iyiliklerin ve alışverişlerin
döngüsüyle sürdürüyorum hayatımı. Sadece bazen, konuşma sırasını beklemeyen
insanları bekliyorum. Kendi kendime konuşunca (yazınca) geçip gidebilen bir beklenti. İnsanlara alışmaya çalışıyorum...
Sanırım en kötüsü sahip olduğumuzu
düşündüğümüz her şeyin aslında bizim olmadığını görmek olurdu. Ama
görmek istemiyorlar. Bu yüzden gerçek değiller. Ama nedense gerçekten acı
çekiyorlar.
“Bir adam çevresine dalmış, bir başkası mezarını kazıyor:
nasıl ayırmalı onları? İnsanları ve saçmalıklarını? Ama işte gökyüzünün
gülümsemesi. Işık kabarıyor, yaz pek mi yakın? Ama işte sevilmesi gerekenlerin
gözleri ve sesi. Bütün devinimlerimle dünyaya, bütün acımam ve bütün minnettimle
insanlara bağlıyım. Dünyanın bu tersi ve yüzü arasında bir seçim yapmak
istemiyorum, seçmesini sevmem. İnsanlar açık görüşlü ve alaycı olmamızı
istemiyorlar. ‘Bu sizin iyi olmadığınızı gösterir.’ diyorlar. Ben arada bir
bağlantı göremiyorum. Birine aktöriye ters düştüğünü söylediklerini duyarsam,
kendine bir aktöre bulma gereksiniminde olduğunu anlarım bundan; birine usu
küçümsediğini söylediklerini duyarsam, kuşkularına katlanamadıklarını anlarım.
Hile yapımasını sevmem de ondan. Büyük yüreklilik ölüme olduğu gibi ışığa da
gözlerini kıpmadan bakabilmektir.”
* * *
Sana mutluluğumu anlatırken,
çevresinden dolanmaya devam ediyorum. Çünkü böylece ben de onu daha iyi
anlıyorum. Sanki bilinci tercih etmenin sonuçlarından biri gibi bu. Ya da yazı,
lafı uzakmayı seviyor. Belki de ben uzaklaştıkça yakınlaşıyorum aslında. Hiçbir
şeyi bir anda anlatamadığımdan yine hiçbir şeyin sırayla olmadığını yazmak kafamı karıştıyor. Beklentilerim mi beni
oluştuyor önce, yoksa ben mi beklentilerimi? Belki de karıştıkça açılıyor zorluk. Çaresizlik.
Umutsuzluk. Sıkışmışlık.
Her an yaşamı seçmeye devam ederken
yaptığım tek kayda değer şey nasılımı seçmek. Umutsuzca. Ve bu da her şeyi
içine alıyor aslında. Dünya.
Seçmeyi sevmemem Albert Camus okumayı
sevmemden geliyor belki de. Dünyanın tersi ve yüzü arasında seçim yapmamayı
seçiyorum. Çünkü gerçek insanca ve basit. Ve mutluluk tek
başına değil, ben mutluluğumu umutsuzlukla yazıyorum.
“Yaşama umutsuzluğu yoksa, yaşama aşkı
da yoktur.”
Bahar Topçu
2
Eylül 2006
Maltepe
Düşüş, Yabancı ve Veba'dan sonra Tersi ve Yüzü'nü okumak ve bunu Albert Camus'nun 22 yaşında olduğunu bilerek yapmak. Hani İngilizcede "challenge" diye bir kelime var ;) çok ciddiye almıştım bunu. Ben de böyle yazabilmeliydim ve daha 20 yaşındaydım!
YanıtlaSilMaltepe'deki o halimle konuştuğum bir yazı yazmalı belki de. (çok yakında!) Zeka ve Edebiyat seksi bir şey değil mi, diye başlayan :)