15 Temmuz 2013 Pazartesi

GEZİ’DE İMKANSIZ OLAN NE KALDI?


Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak isteyen birine aşk, imkansız gelebilirdi.
Özgür olamadığım, kendim olamadığım bir dünyada aşk ne mümkün, diyebilirdi.  Böyle insanlar için aşk, başka bir dünyanın fikridir çünkü..
Çok değil, bundan 15 gün önceki çelişkilerimi anlatıyorum. Reha Erdem’in Kosmos’u ya da 5. Mevsim filmi bu inançsızlık halinin başyapıtlarıdır benim için.
27 yaşındayım. Geçenlerde, efkarlı bir şekilde içime çektiğim dumanı verirken güldüm, senin bile bir hikayen var Bahar, diye düşündüğümü hatırlıyorum. O hikayeyi mümkün kılan; ama hikayede hiç olmayan – kısacası kimliğimin – etkenlerini düşündüm, sıkıldım.  19. yy hiççiliğine bile özenemeyen bir 80 sonrası yalnızlık hissiyle çok klişe bir laf ettim, sigaramı söndürdüm ve yine, o his yokmuş gibi yaptım. Hepimiz için devam edebilmenin ayrı yolları var. Sonra kendimi gündelik hayata kaptırmaca…
Tabii, aslında, kendimi kaptırdığım bütün gülüşler, aklımı açan sözler ve içime işleyen şarkılar, hatırlamayı tercih ettiğim anılar, hiç olmamış gibi davrandığım duygularım… hepsi, hepsi şu imkansızlığı bir kere daha sorgulama, “inşallah be gülüm”leri dudak kenarında kalan bir umutla yoklama halleri. Çünkü o klişe laf, “her şey yalnızlıktan” dı. Ve yalnızlık, gerçeği yaşamaya yetmiyor.
Yan komşunun hikayesine dalsan, yine aynı mevzu: arayış. Lezzetli bir hissiyat arayışı. Buna gücün olması için de inanmak… lazım… aşka…
İşte bence, memleketin tüten dumanlarından bu hikayeler birleşti birleşti ve bir gün tanışmaya karar verdiler. Kimlerin, nelerin onları ayrı dünyalarda çaresizliğe, inançsızlığa ittiğini henüz tek bir sözle ifade etmiş değiller. Dinliyorlar, dinleniyorlar.
Duygularının farkındalar. Yani, bir sabah aşkı yaşanabilir kılacak bir dünyada uyanmayacaklarının biliyorlar.
Bir insanın tek başına yapabileceği bir şey değil bu.
Şu hayatta beni umutsuzluğa sürükleyen şeylerden birini anlatmalı belki burada. Adamlara aşık oluyorum ben J Üzerinde yaşadığımız dünyanın hakikatini akıllı bir prizma gibi parlayarak anlatan, geri dönüşümlü yaşam enerjisi yayan adamların başka bir dünyanın mümkünlüğünde hissettikleri çaresizlik.  Yaşanamayan aşkların hikayesi…
Zaman geçiyor. Kuşlar uçuyor şairin de dediği gibi.
Bence duygu dediğimiz şey, bizden çıkıp bizim dışımızda birine yansıması. Hissettiğimiz şey de yaşadığımız  o yansımanın ta kendisi. Sadeleştirmeye çalışıyorum benden çıkanları, gerçeği hissetmek için. Şu arayışı sevebilmek için.
Bütün bu sadeleştirme çabaları da bir araya geldi tabii. İnsanlar kendiliğinden bir samimiyet kurdular. Birbirlerini tanımasalar da yaptıkları esprilerde aynı şeyin özlemi vardı. Bu da arayışı gerçek ve görünür kıldı. Açık adres verdi bize: Taksim, Gezi Parkı.

Bütün bir gece orada kaldım bir seferinde. Yıldızlara baktım. Hiç hayal kurmadım ya da başka bir dünyayla ilgilenmedim. Özgürlük, anda yaşayabilmektir demişti biri bana. Anladım. 

"Kişi nasıl kendisi olur" ve "Kutsama"

Dal – Bir Küçük Roman
Budak – Bir Kısa Güldürü
Dal ve Budak
Murat Belge, Dostoyevski okuduktan sonra roman yazmayı hiç düşünmediğini söyler. Ben de çok önemli bir Yaratıcı Yazarlık Atölyesi yapan çok önemli bir yazar olsaydım; gelenlere Dal’ı verirdim okuma olarak ve tekrar sorardım, “Bu işi bir daha düşünün ve vazgeçin”  
Ben de Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı kitabını okuduğumdan beri iki çift laf edebiyat yapmayı bile düşünmüyorum. “Orhan Bey Siz Bunları Gerçekten Yaşadınız mı?” bölümünde Pamuk şöyle der, “Romanlar birbiriyle çelişen düşüncelere huzursuzluk duymadan aynı anda inanmamızı, herkesi aynı anda anlamamızı sağlayan özel yapılardır.” (Nasıl da zihin açıcı bir kitaptır, dönüp tekrar satırlarında düşünmeli; üzerine gevezelik yapmalı ve belki de yazmalı. Sen bunları gerçekten yaşadın mı Bahar?)
Bu bilgi ışığında Will Self gibi adamlar da, kendimi bilerek doğru bir karar verdiğimi gösteriyor. Pamuk’tan bir sonraki yıl Nobel ödülünü alan Doris Lessing (evet bu kadın da ayrı bir olay – İran asıllı İngiliz, feminist ve kesin daha bir sürü şeydir) şöyle demiş Self için, “Self, gerçek mizah yazarının şaşmaz alametlerini taşıyan çok komik ve çok iyi bir yazar: kitaplarında absürd bir anlatım var; ama bu yalnızca – keşke bunları yaşamasaydık deyip – yaşadıklarımızı anlatıyor. Tanrı bilir, mizah yazarlarına ihtiyacımız var; Self de onlardan biri.”
Taşınmak hiçbir şey için iyi değilse, kitaplıkta yıllardır duran kitapların içine atılan notları, arkasındaki yazıları okuttuğu için iyidir. Will Self Dal ve Budak’ı 1993’te yayınlamış, iletişim yayınları 2000 yılında bin adet basmış ve ablamla benim farklı evlerdeki farklı kitaplarımızdan bugüne kadar gelmeyi başarmış. Ablam birkaç cümlenin altını çizmiş, ben kahve dökmüşüm. Üzerinden yıllar geçmiş, ben taşınırken Dorris Lessing’in yorumunu tekrar okudum ve böylece Dal ve Budak sayfalar boyunca elimden düşmedi. Okuduğum kitaplar iyiyse, övmeye doyamıyorum görüldüğü gibi…  
Dal
Carol ve Dan ilk sevişmelerinde birbirlerinden çok hoşlanırlar ve evlenirler. Zamanla evlilik büyüyü bozar ve Carol kendini daha az kadın hissetmeye başlar. Daha az kadın hissetmesinin sonu olarak bir penisi vardır artık. Ve olaylar gelişir..
Budak
“İriyarı, genç bir adam olan Budak, bir sabah uyandığında bir de gördü ki, yeni bir cinsel özellik kazanmış, yani bir vajinası olmuştu.” Ve olaylar gelişir..


14 Temmuz 2013 Pazar

Son Oyun

Ahmet Altan her zaman merak ettiğim biri olmuştur.
Will Self hakkında ne düşünür, Gezi olayları hakkında neler yazdı, Taraf’tan neden ayrıldı ve tekrar bir gazete ya da dergide yazacak mı?
Başka yazarları, başka türlü de merak ettiğimi fark ettim. Mesela Paul Auster’ın karısını ya da Gael Garcia Marquez’in birlikte olduğu orospuları da en az Marquez kadar merak ederim. Bazı filazoflara hiç girmeyelim.  Literatürde bir şekilde buluştuğumuz bu adamlar ve kadınlar, bu düşüncelere kimlerle neler yaşayarak geldi ve neden böyle hikâyeleştirdi diye, belli bir okumadan sonra kendini biyografiye adayanlar az değil.
Ahmet Altan benim için çok görünür; bir o kadar da gizemli bir adam.
 “… kadınların herkesin ortasında, aydınlıkta, kalabalıkta, tek bir cümleyle, tek bir gülümsemeyle, tek bir bakışla her türlü zırhından soyunup teslim olduğu, iki insan arasında olabilecek en muhteşem yakınlığı yarattığı anlar bulunur ki işte o anlar ve o anlarda bir erkeğin yaşadığı mutluluk asla unutulmaz.”
dediği şu cümlede yazarın, hatta romandaki anlatıcının bile, anlattıklarının gerçekliğini sorgulamıyorum. Hani hepimiz bir hikaye anlatırken az çok bir bilinmeyen katarız ya kendimizden, burada ilgi çekici olan, o bilinmeyenler. Yazarın gerçekliğe hangi hikayeyi ya da hikayeye hangi gerçekliği kattığı önemli mi? “Gerçek dünyayla gerçek olmayan arasında bir seçim yapmamı isteseler, gerçek olmayanı seçerdim, orası daha gerçekti.”
Altan’ın görünürlüğüyse Düşünceye Özgürlük 2000 kitabının sonundaki “Atakürt” makalesiyle başlar benim için. (1995’te Milliyet’te yayınlandığında mahallede paten kayıyordum herhalde) Her seferinde içimde aynı endişeyle, belli zamanlarda tekrar okuyorum Atakürt’ü. İlk okuduğumdaki düşüncelerim çok evrildi zaman içinde; ama hissettiklerimi çok iyi hatırlıyorum. Dünya’nın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda yaşanan bütün ayrımcılıklar için suçluluk duydum, acı çektim, bir yandan anlayabileceğimi de gördüm ve bir hissettim.  Bu yüzden o yazı ve bazı yazılar önemli. Günler, aylar, yıllar, katliamlar geçiyor üzerimizden ve kendi vicdanımın samimiyetiyle baş başa kalıyorum. Güç, denge, aktör, çıkar kelimelerinin nelerini kemirebileceğini gördüm ya içimde bir tedirginlikle başlıyorum okumaya.. Bu yüzden Ahmet Altan, sadece Atakürt’le değil, pek çok yazısıyla bana vicdanın samimiyetinin yalnız olmadığını anlatan biridir.
***
Bir yazarın rastlantı sonucunda yerleştiği bir kasabada başından geçenleri anlatıyor Son Oyun. Kitabın arkasında, “Güzel kadınların uyandırdığı şefkatten korkun” yazıyor. Böyle konuşmasına rağmen tam tersine, güzel, sakin, deli, çekici bütün kadınların o özel anlarını kaçırmadan yaşamak isteyen bir adam var kitapta. Güzel kadınların şefkatinden duyduğu korku buna engel olmuyor; çünkü bir çelişki değil bu onun için. Bu yüzden, günah kavramı üzerinden Tanrıyla konuşuyor.
Bu konuşmalar, “kitap yazmak” üzerine geçtiği zaman daha ilginçleşiyor… Mesela bir öykü için, en az o öykü kadar yazarının kendi hayatından nasıl esinlendiği uzun uzun konuşulur, sonu gelmez incelemeler yapılır. İçten olanlar roman sanatını; olmayanlar kendilerini över ve bir şekilde kitabın (cemaat gibi bile olabilen) bir kitlesi ve söylemi oluşur.- bütün metinleri düşünün ama; kutsal kitaplar da dahil, tarih de, roman da… -  İşte “Son Oyun”, bütün bunlardan kaçan ve kendini pek önemsemeyen bir adamın rastlantı sonucu yerleştiği bir yerde sanki kimse okumayacakmış gibi yazdığı bir hikâye sanki.
“Başkalarının bilmediği komik bir gerçeği biliyormuşsun gibi garip bir gülümseme beliriyor, bir olgunluk, hayatta kalacakları küçümseme hali oluşuyor.
Onları niye küçümsediğimi bilmiyorum.
Ben o ilk korkuyu, o dehşeti atlattım ve onlar bunlar sonrasını o dehşet dolu korkuyla sürdürecekler diye belki.
Bu büyük romanın benim payıma düşen kısmı bitiyor.
Bu romandan çıkmaya hazırlanıyorum.
Tanrı bunun farkında mı acaba?
Yoksa şu sırada kâinatın bambaşka yerlerinde, çok daha iyi yazdığı başka kitapların alkışlanmasını mı dinliyor, önemsemiyor mu bu kitabını?”

Herkes gibi, Ahmet Altan’ın görünürlüğü de daha kolay. Makalelerini oku, geliştir, eleştir, istersen paylaş, biraz yer ve rahatla…
Büyülü gerçekçiliğe beceriksizce gönderme yaptığım romanlarının gizemli adamıysa, ne diyebilirim, gerçekten büyülü! Çünkü ona inanmak önemli değil; inanmak istemek önemli.
Böyle bir gerçekliğe girmek tehlikeli gelir bana. Sen inanmak istersin; ama inanıp inanmamayı da o kadar, öylesine senin kendi tercihene bırakırlar ki, güçlü bir yalnız olmak gerekir, diye düşünürüm. O yalnızlığı asla unutmazsın, unutturmazlar. Aynı anda hem çok yakın hem çok uzak kalırsın ve işte bundan romanlar yazılır, bitmez.
Benim de biricik feminist ikilemim de bu, sen kendini sürekli böyle gerçekliklerin içinde bul; ama güçlü bir yalnız olama.
“ – Ben sadece kalpsiz erkeklerden hoşlanıyor olamam, değil mi? Bu kadar zavallı olamam.”

Mayıs, 2013