Yeterince uzanabildim mi kucağında?
Hayallerimi anlatabildim mi? Hayal kurmayı beceremiyorum
galiba, baba?
Diye korkularımdan bahsedebildim mi?
Bazen, olmadı bu kızın baba. Olabilseydi, nerede yettiğini
ne zaman yetemeyeceğini bilirdi herhalde, diyebildim mi gözlerinin içine bakıp.
Bilmiyorum.
Daha önce ne kadar tattığım duygu varsa, hepsinin yükünü
benimle birlikte paylaşmak için çırpınan bir baba dünyanın en iyi babası
değilse ben de bu hayattan bir şey bilmiyorum.
Şimdi, bana bıraktığın duygular çok daha yoğun. Bir o kadar
da önemsiz, anlamsız ki.
Seni çok özlüyorum.
İnsanlar bana bakıyorlar, senin yokluğunun ne anlama
geldiğini görebilmek için. Göremezler. Bilemezler. Buraya yazabileceğim bir
bilgi değil bu.
Gerçek iyilerin hiç iz bırakmadan gittiklerini fark ediyorum
sanırım.
Bu, bir yandan onlara, sana hayranlığımı daha da
arttırırken, bir yandan da, haksızlık bu diye dürtüyor bir yanım.
15 yıldır sensizliğe hazırlandığımı zannediyordum. Senin
gibi dünyanın en iyi öğretmenlerinden biri bile, yapamaz bunu. Bu, öğretilemez.
Ve öğrenme halinin çilesinden çıktım işte böyle. Nasıl bir hal bu?
Felsefe öğretmeni arkadaşın mezarının başında fotoğraflarımı
çekmiş. Kendimi tanıyamadım. Sevgili babacım. Sensiz kendimi tanımakta güçlük
çekiyorum. Hay allah nerden dökülüyor şimdi bu göz yaşları anlarının
toplamından böyle başarısız kelimeler döküldü. Senin yazdıklarıma verdiğin
tepkileri hatırlatıyor bana bu. Gülümsüyorum.
Şimdi bir çay içeceğim.
Paylaştığımız her şeyi teker teker düşünmeyeceğim çünkü
birini düşünmek ya da hatırlamak diğerlerine haksızlık olur gibi. Bütün o
anların toplamı bir hatun olabilmek için çabalayabilirim sadece.
Senin çaylarını ince belli bardağın yarısından biraz fazla
koyardık. Çünkü az su içmen gerekirken, sen çayı şekersiz ve demli seversin.
Bu çayı seni özlemeye ayırdım.
Gözlerimi silip, burnumun kırmızılığının geçtiğini hissedeceğim birazdan. Bir
çay içeceğim. Merak etme.