9 Mayıs 2015 Cumartesi

- KOBANİ’DE GÜLÜMSEMEK -




“Yapmamız gereken: her şeyi eski sadeliğine
döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz
yeniden kurulacaktır.” 
                                   Kızılderili Atasözü

Hepimizin bu dünyaya belli bir amaçla geldiğine inanır Kızılderililer. Yunanca “oikos” (ev) ve “logia” (araştırma) köklerinden gelen Ekoloji de, insanın nedenini açıklar gibidir benim için.  Evimizi farklı yollarla araştırarak-arayarak onu yani gezegeni tanımaya, anlamaya çalışırız. Defalarca bulup defalarca kaybettiğimiz olur onu: Barış.
Kobani halkı tarihi direnişinin ardından barış içinde bir yaşam için Rojava Toplumsal Sözleşmesindeki “herkesin ekolojik toplum esaslarına göre yaşama hakkı”ndan yola çıktı ve Kobani’yi Yeniden İnşa Playformu oluşturuldu. Platform, bir yandan Kobani halkının ekolojik bir yeni yaşam taleplerini araştırırken, bir yandan da bu talepleri karşılayan ekolojik - demokratik yapılanma için raporlar hazırlıyor. Bu raporlardan birini platform adına İnan Mayıs Aru yazmış.
Rapor Kobani’nin mevcut durumunu kısaca açıklayarak başlıyor. Şehrin kırsal kesimleri halen IŞİD tehditi aldında ve “dış dünyaya “ açılan tek kapı halen Türkiye’nin keyfi olarak açıp kapadığı sınır kapısı.
Raporun genelinden anlıyoruz ki barış içinde bir yaşamın yeniden inşasında Kobanili aileler kent bahçelerinde yazın kendilerine yetecek kadar yemiş yetiştirebilir, kent konseylerinde kendine yeterliliği tartışabilir, çocuklar mahalle aralarındaki sokaklarda özgürce oynayabilir ve kent sakinleri dünyaya örnek ekolojik bir ulaşımla neredeyse hiç asfaltsız yollardan keyifle işten eve – evden işe, komşuya, bakkala, sinemaya gidebilirler.
Haritayı şöyle bir gözünüzün önüne getirdiğinizde Mezapotamya’da ekolojik bir vaha yeşertiyor gibiyiz.
Bu yüzden olsa gerek mevcut durumun hemen ardından raporda farklı ekolojik yaşam biçimleri olduğu belirtilerek yeniden inşanın temellerini oluşturma adına ortak bazı ekolojik prensiplere değinilmiş. Bu prensiplerden ilki yeni yaşamın tüm muhataplarının söz sahibi olduğu Katılımcılık. “Eğer eko-kentler konusunda ciddiysek her şeyden önce bu kentler kendi sakinlerinin özerklik, yaratıcılık, yetki ve özgürlüğüne başvurmalıdır” deniyor katılımcılık için. İkinci olarak çevreye en az zararlı doğal döngülerin yerel kaynakların kullanımıyla mümkün olabileceği belirtilerek Yerellik prensibi anlatılıyor. Ardından birbirini destekleyen Sürdürülebilirlik ve Çeşitlilik prensiplerinin her türlü yapı ve modelde çeşitliliğin sağlanmasının biyolojik çeşitliliğin ve sürdürülebilir bir yaşamın güvencesi olacağı vurgulanıyor. Son olarak Müştereklik prensibiyle gündelik hayatlarında birbiriyle bağlantılarını dayanışma ruhuyla devam ettiren küçük topluluklarda bireyler, ekolojik bir kent sakini olmayı beraber tecrübe edeceklerdir, deniyor. Bütün bu temel ilkelerin kentin gündelik hayatı için etkin enerji tasarımı, su tasarrufu, nüfus yoğunluğu, biyo – çeşitlilik, gıda özerkliği, ulaşım, geri dönüşüm, yenilenebilir enerji, atık su ve katı atık yönetimi gibi unsurlara da cevap veren pratikler içerdiği belirtilmiş.
Kobani’nin ekolojik bir yeniden inşasının önemi doğanın yeniden canlanması ve korunmasına yardımcı olacak bu cevaplarda yatarken, diğer bir önemi de dünyanın dört bir yanındaki çevre hareketlerinden mimarların, şehir planlamacıların, gönüllülerin Kobani’ye gelişlerinin savaş şartlarında oluşan uluslararası dayanışmayı başka bir boyuta taşıması olacak, deniyor.
Raporun dördüncü bölümünde Kobani yereline uyumlu şehir planlaması örneği ve mimari öneriler sıralanıyor. Kobani’nin yeniden inşasında başlangıcın mimariyi kararlaştırmak olacağı düşünülmüş olmalı ki; Taş, Kerpiç, Alker, Saman Ev ve Earthship tercihlerinin bölge için uyumlu özellikleri ve olası zorlukları paylaşılmış. Evrensel gazetesinde çıkan bir habere göre yeniden inşada önceliğin kamu binalarına verilmesi planlanıyormuş. Bu bölümün sonunda Kobani çevresinde 300’ün üzerinde köy olduğunu da aklımızdan çıkarmayalım diyerek tarım olanaklarına dikkat çekiliyor. Hemen ardından 2006’daki kuraklık hatırlatılıyor. Raporda tek tip tarımın yanında polikültür tarımın da desteklenmesi gerektiğini; bölgeye gelen permakültür uzmanlarıyla köylüye aktarılacak su tutma, bitki örtüsü tesis etme ve yağışları geri getirme stratejileri de rapora göre kaçınılmaz yollardan. Bütün bunların Köy kooperatifi modellerini de gündeme getireceği belirtiliyor.
Bu bölümün ardından raporun sonunda kentin son durumunu göz önüne alırsak ekolojik bir inşanın uzun bir süreç olduğu, imkanlar doğrultusunda orta vadede kendine yeterli bir toplumun hedef alınması gerektiği söyleniyor. Ve kapitalist modernitenin dayattığı modeller dışında alternatiflerin tanıtılabileceği imkânların yaratılmasının önemi vurgulanıyor.
***
Böyle bir girişimin belirtilen önemi ve kentin bugünkü durumuyla rapor genel olarak hepimize üretken, dinamik bir alan açıyor.
Raporu okurken aklıma düşen bir soru üzerinden tartışmanın toparlayıcı olmasını umuyorum.
“Halklar, Kobani’nin inşasına nereden başlamak isterler?”
Ekolojik bir yaşamın kendi doğasından ötürü tek bir öneri olamadığını da biliyorsak kapitalist moderiteye alternatif modeller dedikten sonra Mezopotamya’nın tarihsel sürecinde de tarım yapmayı daha da başından, tarımın öncesinden konuşmak ister miyiz? Daha da önemlisi bunu konuşmak ekolojik bir yaşama dair bize neleri mümkün kılabilir Kobani’de? Sadeleşmek istersek eğer, ne kadar sadeleşebiliriz? Bir gün yine köylere permakültür uzmanlarının gelmeleri hasar tespiti açısından anlamlı olabilir. Diğer yandan topraktan besin alma, kendine yeterlilik biçimini oluşturmak için yine o kuraklığı yaşamış toprağının tarihini bilen ve ondan yemiş alacak insanlarla oluşturmak, kendi eti, sütüyle yoğrulan ve nesilden nesle aktarılan aile çiftliklerinden bahsedebilmek ekolojik bir inşa süreciyle daha uyumlu geliyor bana. Ya da bir kent bostanında bir aileye yaz boyunca yetecek yemiş yetiştirmek, hangi kanton bölgeyi nasıl geçeceğini bilemeyen buğday, arpa yüklü traktörlerden daha kendine yeterli geliyor. “Asla sıfırdan başlayamayız…” demiş Deleuze; burada ben nereden başladığımızı bil(e)meden yazıyorum.
Kent merkezine geçelim. Doğaya olabildiğince az tahribatı olan ekolojik bir şehir planlamasının da alternatifleri olabilir. Burada nüfus yoğunluğu düşünülerek banliyö tehlikesine dikkat çekmek gerekebilir. Mahallelerin organik büyüme ve dönüşümünü sürdürülebilir kılmanın yolları tartışılabilmeli. Daha az asfalt, daha az araba; öncelikle daha fazla biyo-çeşitlilik demek olacaktır. Ardından Kobani’de bundan sonra sadece kerpiç evler olacak, denebilir. Ya da kentin enine değil yer yer boyuna da yapılanma da planlanabilir. Böyle bir yapılanmanın verilen mimari önerilerle uyumunu raporda bulamıyoruz. Bu da sadece köy kooperatiflerinden değil; orta vadede hem düşük karbon salımı sağlanır hem de enerji kooperatiflerinden bahsedilmenin alanını açabilir. Bütün bunlar Kobani’ye giden yolların bir şekilde malzeme ve iş gücü için planlanması anlamına geliyor.   Raporu temel alırsak bunun için ekonomik komünleri esas almak zorundayız. Peki bu inşaya nereden başlayabiliriz dediğimde bunu çok büyük bir keyifle okulsuz ve şenlikli topluma kadar götürmek istiyorum; ama raporda yer almadığı için sadece şu: (en azından büyük ölçekli) tarım bizi bir (çok) konuda uzmanlaştırdı ve sıkılmaya başladık! Uzun zamandır sıkılıyoruz. Şenlikli bir toplumda yavaş bir kent ve tembellik hakkı için hangi kurumlara gerek var? Konudan çıkıyorum; ama kendi kendime değil; çünkü elimizde toplumsal krizle ekolojik krizin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu söyleyen güzel bir rapor var.
Buradaki amacımız örnek birer Kobani köyünde paranın geçmediği komünler kurmak, yerel para birimi çıkarmak olabilir mi? Rapor böyle bir sürecinin başlangıç motivasyonunu sağlayacak ve bu süreci sürdürülebilir kılacak modeller sunmuyor. Platformun zaman içinde gündeme alacağı alanlardan biri de bunları hayata geçirmek olacaktır ilerleyen zamanlarda. Nereden başlayabileceğimize birlikte karar vermeye ihtiyacımız var çünkü ekolojik bir yaşamda her şey o kadar birbiriyle bağlantılı ki, sınırlarının nerede başladığı ve sonlandığı, gerçekleşebilme olanağı hep göreceli ve çoğunluğu da imkânsız bir tohumdan yeşermiş.
Bu alanı en başından mümkün kılabilen hareket ya da topluluklar, katılımcı demokrasiyi kendi emekleriyle sağladığında nesilden nesile aktarılan bir kültür oluşabiliyor.
Hayaller kurarak yazdım bu yazıyı. Özellikle böyle yaptım. Çünkü Kobani, dünyada “Her şey olur!” un hep karanlık tarafında yer almış gibi. Oysa eminim, bir zamanlar aydınlık bir gülüşü vardı sokaklarının. Bugün bir halkın eski sadeliğini aradığı o sokakların…


Bahar