Yırca’daki zeytin katliamı direnişinde, köylülere
şiddet uygulayan 50 güvenlik görevlisi işten çıkarıldığında köylüler çıkarılanların
yanında yer almış, köy Muhtarı Mustafa Akın, görevlileri sorumlu görmediklerine
dair bir açıklama yapmıştı.
Yırca’nın bu tavrı, “Köylülerden insanlık dersi” şeklinde
konuşuldu, takdir edildi ve Türkiye’nin hızlı direniş gündeminde akıp gitti. O
dersi biraz açmak istiyorum aslında. İki yönlü bir hali var bu dersin.
Öncelikle, politik yönü: Yırca köylüleri, katliamın sorumlularının kimler olduğunu
çok iyi bilen bir tarafta: AKP'nin
kapitalizmle mükemmel uyumunun ürünleri, çılgın kalkınma projeleri… Her şeye
rağmen (zeytinlik yok edilip santral yapılacak olsa bile) direnişin
sürekliliği ve diğer yerel direnişlere de estireceği cesaret rüzgârları için
sorumluları hiç çarpıtmadan yansıtma sorumluluğu(muz) devam ediyor. Öyle ince
bir duruş ki bu, zeytin dalının ürün vermesinin yıllarca sürmesi gibi bir emeğin
değerini küçümseyebilecek ve asıl niyetten uzaklaştığı anda bulanıklaşabilecek hemen
hemen bütün tuzaklar olup biterken asla taviz verilmemesi gerekiyor. Yırca da
bu duruşuyla, sorumluluğunu yerine getirmiş oldu.
Diğer yandan, dersin hep kapalı kalan bir yönü var
ve hepimize işaret ediyor: İnsanlık yönü. Şiddet, kurumsal olarak zaten
meşrulaştırılmışken, onu kültürel hatta sınıfsal olarak ister istemez
olağanlaştırdığımız bir duruma geliyoruz. Gezi’de duvarlara ya da sosyal
medyaya #simitsatonurluyasa deyip devam edebiliyorsun. Zeytinliklerde çalışarak
geçinen hanelerle, kurulacak termik santralde çalışacak haneler birbirine çok
daha yakın, komşu olabilirler. “Polis şiddetine hayır!” diyoruz ve bu şiddetin
sadece bir boyutu. Toplumun kadın, LGBTİ, Kürt ve Alevi gibi dışlanmış ve daha
zayıf kimliklerine süregelen bir “şiddet kültürü” olduğu açık. Biri diğerinden
daha az politik değilken benzer bir olay mesela Fatsa’da yaşandığında güvenlik
görevlisinin halka karşı şiddet uygulamaması ve – en azından - bunun
normalleştirilmemesi yönünde bir kazanım da elde edebildik mi? Bu kıyımların sonuçları
hayatımızın her alanına nüfus ederken, direnişlerin somut kazanımlarının da eşitliği
sağlayacak diğer alanlara yayılması için neler yapabiliriz? Bunu önemsiyorum;
çünkü böyle bir haksızlığı bir daha yaşamamak için elektrik santrale alternatif
bir istihdam önermek ve üretmekten ibaret kalamayız, kalmamalıyız, bu yeni
yaşama uygun paylaşım kültürünü de üretmek gerekiyor.
Hal böyleyken, belli ki benim aldığım dersin kazanım ve kaygıları var. Bu kazanım ve kaygıları da yine yerel direnişlerin barışçıl ve şiddetsiz süreçlerinin hayrına dönüştürmenin mücadele alanları da netleşmiş oluyor böylece. Ermenek’teki cinayetle Validebağ; Soma’yla Fatsa, ayakkabı kutuları arasındaki bağlantının tek bir alandaki görünürlüğü bile iktidarın en büyük korkusu. Bu görünürlüğü de önemek için Yırca, Ermenek, Validebağ, Soma, Fatsa’da yaşananlar, kapitalizmin sınır tanımazlığının, demokratik olmadığının, olamayacağının benzer hikâyeleri. Sömürü odaklı kalkınma politikalarının insana ve doğaya zulmünü birebir yaşıyoruz. Aynı senaryonun yine benzer şiddet halleriyle yaşanmaması için öncelikle politik mücadelenin kararlılığı çok önemli. Zeytinlik alanların enerji yatırımlarına açılması yasa tasarısı gündemde. Erdoğan bu süreçle ilgili en son, “Her yer zeytinlik oldu” demişti. Alt komisyonunun önerisi sanayi komisyonuna taşınacak ve eğer bu komisyondan da geçerse meclis onayına sunulacak. Bütün bu ekoloji mücadelelerinin politikacılara verdiği en büyük mesaj da, bu sürecin en yakın takipçilerinin onlar olacağıdır herhalde.
Diğer bir mücadele alanıysa daha çok ataerkillikten
gelen şiddet kültürümüz üzerinden ilerliyor. Kadına karşı, doğaya karşı şiddet
ve kıyımlara her an maruz kalabiliyor ya da şahit olabiliyoruz. Doğayla uyumlu,
demokratik bir yeni yaşamın ekonomisi de, politikası ve toplumu da kendi
hayatımızda yapacağımız barışçıl değişimlerle güçlenecek. Bu bilgiyi gittiğimiz
her yere götürebildikçe barış çoğalabiliyor. Peki, bu büyük lafların gerçek bir
değişim sağlayabilmesi için neler yapmalı ve nereden başlamalı?
3 – 5 ağacın, 3-5 ağaçtan ibaret olmadığını
unutmamak gerekiyor sanki. Yoksa sadece güç dengeleri, liderler, taht oyunları
ve sermayeyle dolu bir literatür kalacak geride. Hikayelerimizse bundan çok
daha fazlası…