27 Kasım 2014 Perşembe

cennetin çalındığı gün



Sanki bir göktaşını alıp yontarak hayatıma girip/kalan/çıkan insanların heykelciklerini yapıyor.

Piyano, yaylılar ve nefeslerin rollerini en iyi anlatan parça benim için Rachmaninoff’un 2 numaralı piyano konçertosunun 2. Bölümü/Adagio sostenuto. Piyano, anlatıcıdır. Yaylılar resmini çizer ve nefeslilerle uçan halıya binersin. Klasik bi’ hikâye. Karakterler senin benim gibi. Kimse ondan beklenmeyeni yapmıyor ya da yapsa da, uyumlu. Bütün duyguların yaşandığı ve yaşanacağı herhangi bir yer olabilir burası - evimiz. Bu kadar uyumlu ve akışkanken bile sıkılmıyoruz mesela, şaşırıyoruz, hissedebileceğimiz her şeyi hissediyoruz ve inanılmaz gelen de bu, müzik. Bütün duygular yaşanabilir, bütün renkler görünür halde ve aynı seviyedeler. Dinleyenin başına gelen de bu, büyü. Aynı bu yaz benim çıktığım yol, karşılaştığım insanlar ve hissettiklerim gibi.

Sonbahar ‘da o göktaşıyla tekrar karşılaştım.


Yontmanın farklı yolları var. Düşünceyle yazı – yazma eylemi – arasında mesela, pek gizemli bir geçiş var. Fikirleri, hisleri ilk ve ham hallerinden çıkarıyorsun aslında kelimelere dökerken. Yontuyorsun. İşte, sanırım kendini. Bir biçime büründürüyorsun. Vay be felsefeye girdim. Gezi yazısı yazacaktım aslında; ama madem geldik. Oturalım biraz. Michel Gondry’nin kendini nasıl da aptal hissettiğinin belgeselinde Chomsky’nin formları, gerçekleri ve hayatın anlamının İngilizce anlatımı görsellerle bir bütünlük kazanmaya çalışır.

    


Biz festivalde gitmiştik bu filme ve Gondry de oradaydı. Filmin sonunda varoluşsal ve sanatsal sorularına bilimsel açıklamalar almak onu nasıl da heyecanlandırmıştı.

Ben uyudum izlerken ama siz bana bakmayın. Yönetmen nasıl olsa Science of Sleep’in de yönetmeni diye içim rahattı. Ayrıca dansla geçen bir hafta sonu sonrasında yoğun ve stressli bir iş günü akşamında izledim. İlk beş dakikadan sonra, peki, bir kere daha izlerim dedim ve uyuyakaldım.* Şimdi karşınızda “Is the man who is tall happy?” belgeselini uyumadan izlemediğim ikinci seferin hemen sonrasında yazıyorum. Sinemadan çıktıktan sonra aklımdan geçen 2 şeyi hatırladım. İlki, M.D. House dizisinde pislik herif diyebileceğimiz House’un en yakın arkadaşı James’e neden aile kurmak ya da çocuk yapmak istemediğini anlattığı sahne. Diğeri de Patrick de Bana ile yaptığımız röportajda**, bir gün hayalinin her şeyi bırakıp sessizliğe bürünmek olmasını – adam Avrupa’nın en iyi dansçılarından – röportajı yaptığım sırada nasıl da saçma bulduğum.

Buradan yürüyelim. Aslında House’un “efsane diyaloglar” diye çok videosu var; bu kimsenin ilgisini çekmemiş demek ya da ben bulamadım. James, neden House’un bir aile kurmaya yeltenmediğini sorar. House da bütün bu acı, yalnızlık, özgüvensizliklerimizin; bunları geç bütün güzellikleri berbat etmemizin nedeni ailelerimiz, der. Ailenin yegâne işlevi budur House’a göre.

Bu yolculuğa çıkmadan önce House’a pislik herif demezdim. Adamı hem haklı bulup hem de pislik herif olduğunu söylemek de çelişkili olacağından, hiçbir şey demez, dururdum. Çünkü adamı seviyorum. En iyi kaçma yoludur durmak. Düşündüğü gibi yaşamaya çalışan birinin hayatı sadece duruyor. Çelişkilere dokunmadan geçmek imkânsız.

Yürümeye devam edelim. Sanatçının dünyanın ya da hayatın karamsar yönlerinden beslenmesine ne diyorsun, diye sormuşum Patrick’e. Bana, “Bir gün derviş olmak istiyorum” diye cevap vermiş.

Bu yolculuğa çıkmadan önce kelimelerden ne kadar çok şey beklediğimin farkında değildim.  Bir fikirle karşılaştığında ve onu benimsediğinde, yine onu yaşamak istersin; ama hayat sana nasıl yaşayabileceğini öyle kolay kolay göstermiyor. Sadece engeller var sanki seni aşan ve önemsemeyen. Ve bir şekilde – solcular bunu çok yapar – sen sadece reddediyorsun. Bu da başka bi “duruş”

   

Aslında alakasız duran bi andı. Selahattin’le kapının basamağında oturuyorduk. Yıldızları seyrediyorduk. David Sylvian açıyorum, sürekli ama sürekli:

-          -  Bu albümü de sürekli çalıyorum ama, dedim.
-          -  Bunlar hep şifalanma süreci, dedi Selahattin.

Bu yolculuğa çıkmadan önce yapmacık bir kahkaha atardım böyle muhabbetlere ama o gün orda dondum kaldım - "salak gibi" Fenerimi açtım kaldığım yere doğru yürüdüm. 68 adım. Bir saatte vardım yurduma. İçeri girdim. Evet, Bahar, senin de herkes gibi ve herkesten fazla iyileşmeye ihtiyacın olabileceğini kabul etmeden uyumak yok.

Feneri kapadım. Yanımda ses kayıt cihazım vardı. Kafamdan bi tarih attım: 27 Kasım. Bu gün, tekrar dinlemeye söz verdim kendime. “Öğrenmek istemiyorsan kimse sana yardım edemez. Hayat o salak göktaşından çok daha fazlası ve merak etmiyorsan, anı da yaşayamıyorsun. Neler olabileceğine dair değil de; sadece neler olmadığına dair oluyor bütün hayat bilgin. Sen ne biliyorsun ki?”

Şimdi, uyuyabilir miyim artık?

Uykuya dalmadan önce bu kız, eee diye düşündü. Kim yardım edecek ki bana?
Gelecekten gelen güçler J meğer zaten set up’ı – kurulumu – hazırlamış.*** Uzaklaştığımda fark edebildim orkestrayı. Asra, çok zeki mühendis, Selahattin ve Ayşe, çakmakçı çocuk, Yılmaz, arkadaşımın arkadaşı, Dodanlı ve Herbişi’den herkes. Karşıma çıkan herkes bir şekilde şifanın bir parçası olmuşlar. Klasik hikâye.

Bu yolculuğa çıkmadan önce, klasik hikâyeleri de iyileşme süreçlerini de sevmezdim. Yara demekti çünkü iyileşmek, belki hastalık ya da sorun. Zaten bu yüzden, asla ait olduğumu hissetmedim. Evin yolunu bulmak zordu.

Yürümek güzel bir açılım.

Çıralı’daki son geceyi Dodanlı’yla sahilde geçirdik. Attık uyku tutumlarını şezlonglara. İçlerine uzandık. Bir şey içtiğimizi hatırlamıyorum ama ben sarhoştum.

Hikâye şöyleydi:

“Dodanlı Viyana’ya bir tiyatro oyunu için gittiğinde, özel bir kostüm gerekiyormuş. Bir sürü moda stüdyosundan gelmişler de bizim kız bir türlü beğenmemiş. En sonunda Michael, doğru kostümü giydirdiğinde iki âşıktan ibaretlermiş artık. “

Daha uzun olmalı bu hikâye.
Dalgaların sesini hatırlıyorum yıldızlarla. Dodanlı birbirlerini nasıl sevdiklerini anlatıyordu Sinemadaki o gün, o halimden ne kadar da farklıyım, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Gün ışığında etrafına baksan gece yıldızlardan dünyaya bilinçli bi yanlışlıkla düşmüş iki kadın olduğumuzu görebilirsin.
Çok mutluyum, demek istediğimi hatırlıyorum Dodanlı’yı dinlerken.

Uyuyakalmışım.



Yıldızlar:

*Belgesel’in kısa bir özeti sayılan şu videoyu da izleyebilirsiniz. http://www.youtube.com/watch?v=BxQZzTJd9KE
**Röportajı da buraya koyalım. http://www.bantmag.com/magazine/issue/post/28/231
***Interstellar’a gönderme yapmaya çalıştım. Olmuş mu?