Sanki bir göktaşını alıp yontarak hayatıma girip/kalan/çıkan
insanların heykelciklerini yapıyor.
Piyano, yaylılar ve nefeslerin rollerini en iyi anlatan
parça benim için Rachmaninoff’un 2 numaralı piyano konçertosunun 2. Bölümü/Adagio
sostenuto. Piyano, anlatıcıdır. Yaylılar resmini çizer ve nefeslilerle uçan
halıya binersin. Klasik bi’ hikâye. Karakterler senin benim gibi. Kimse ondan
beklenmeyeni yapmıyor ya da yapsa da, uyumlu. Bütün duyguların yaşandığı ve
yaşanacağı herhangi bir yer olabilir burası - evimiz. Bu kadar uyumlu ve
akışkanken bile sıkılmıyoruz mesela, şaşırıyoruz, hissedebileceğimiz her şeyi
hissediyoruz ve inanılmaz gelen de bu, müzik. Bütün duygular yaşanabilir, bütün
renkler görünür halde ve aynı seviyedeler. Dinleyenin başına gelen de bu, büyü.
Aynı bu yaz benim çıktığım yol, karşılaştığım insanlar ve hissettiklerim gibi.
Sonbahar ‘da o göktaşıyla tekrar karşılaştım.
Yontmanın farklı yolları var. Düşünceyle yazı – yazma eylemi
– arasında mesela, pek gizemli bir geçiş var. Fikirleri, hisleri ilk ve ham
hallerinden çıkarıyorsun aslında kelimelere dökerken. Yontuyorsun. İşte,
sanırım kendini. Bir biçime büründürüyorsun. Vay be felsefeye girdim. Gezi
yazısı yazacaktım aslında; ama madem geldik. Oturalım biraz. Michel Gondry’nin
kendini nasıl da aptal hissettiğinin belgeselinde Chomsky’nin formları,
gerçekleri ve hayatın anlamının İngilizce anlatımı görsellerle bir bütünlük
kazanmaya çalışır.
Biz festivalde gitmiştik bu filme ve Gondry de oradaydı.
Filmin sonunda varoluşsal ve sanatsal sorularına bilimsel açıklamalar almak onu
nasıl da heyecanlandırmıştı.
Ben uyudum izlerken ama siz bana bakmayın. Yönetmen nasıl
olsa Science of Sleep’in de yönetmeni diye içim rahattı. Ayrıca dansla geçen
bir hafta sonu sonrasında yoğun ve stressli bir iş günü akşamında izledim. İlk
beş dakikadan sonra, peki, bir kere daha izlerim dedim ve uyuyakaldım.* Şimdi
karşınızda “Is the man who is tall happy?” belgeselini uyumadan izlemediğim
ikinci seferin hemen sonrasında yazıyorum. Sinemadan çıktıktan sonra aklımdan
geçen 2 şeyi hatırladım. İlki, M.D. House dizisinde pislik herif
diyebileceğimiz House’un en yakın arkadaşı James’e neden aile kurmak ya da
çocuk yapmak istemediğini anlattığı sahne. Diğeri de Patrick de Bana ile
yaptığımız röportajda**, bir gün hayalinin her şeyi bırakıp sessizliğe bürünmek
olmasını – adam Avrupa’nın en iyi dansçılarından – röportajı yaptığım sırada
nasıl da saçma bulduğum.
Buradan yürüyelim.
Aslında House’un “efsane diyaloglar” diye çok videosu var; bu kimsenin ilgisini
çekmemiş demek ya da ben bulamadım. James, neden House’un bir aile kurmaya
yeltenmediğini sorar. House da bütün bu acı, yalnızlık, özgüvensizliklerimizin;
bunları geç bütün güzellikleri berbat etmemizin nedeni ailelerimiz, der.
Ailenin yegâne işlevi budur House’a göre.
Bu yolculuğa çıkmadan
önce House’a pislik herif demezdim. Adamı hem haklı bulup hem de pislik
herif olduğunu söylemek de çelişkili olacağından, hiçbir şey demez, dururdum.
Çünkü adamı seviyorum. En iyi kaçma yoludur durmak. Düşündüğü gibi yaşamaya
çalışan birinin hayatı sadece duruyor. Çelişkilere dokunmadan geçmek imkânsız.
Yürümeye devam edelim.
Sanatçının dünyanın ya da hayatın karamsar yönlerinden beslenmesine ne
diyorsun, diye sormuşum Patrick’e. Bana, “Bir gün derviş olmak istiyorum” diye
cevap vermiş.
Bu yolculuğa çıkmadan
önce kelimelerden ne kadar çok şey beklediğimin farkında değildim. Bir fikirle karşılaştığında ve onu
benimsediğinde, yine onu yaşamak istersin; ama hayat sana nasıl
yaşayabileceğini öyle kolay kolay göstermiyor. Sadece engeller var sanki seni
aşan ve önemsemeyen. Ve bir şekilde – solcular bunu çok yapar – sen sadece reddediyorsun.
Bu da başka bi “duruş”
Aslında alakasız duran bi andı. Selahattin’le kapının
basamağında oturuyorduk. Yıldızları seyrediyorduk. David Sylvian açıyorum,
sürekli ama sürekli:
- - Bu albümü de sürekli çalıyorum ama, dedim.
- - Bunlar hep şifalanma süreci, dedi Selahattin.
Bu yolculuğa çıkmadan
önce yapmacık bir kahkaha atardım böyle muhabbetlere ama o gün orda dondum
kaldım - "salak gibi" Fenerimi açtım kaldığım yere doğru yürüdüm.
68 adım. Bir saatte vardım yurduma. İçeri girdim. Evet, Bahar, senin de herkes
gibi ve herkesten fazla iyileşmeye ihtiyacın olabileceğini kabul etmeden uyumak
yok.
Feneri kapadım. Yanımda ses kayıt cihazım vardı. Kafamdan bi
tarih attım: 27 Kasım. Bu gün, tekrar dinlemeye söz verdim kendime. “Öğrenmek
istemiyorsan kimse sana yardım edemez. Hayat o salak göktaşından çok daha
fazlası ve merak etmiyorsan, anı da yaşayamıyorsun. Neler olabileceğine dair
değil de; sadece neler olmadığına dair oluyor bütün hayat bilgin. Sen ne biliyorsun
ki?”
Şimdi, uyuyabilir miyim artık?
Uykuya dalmadan önce bu kız, eee diye düşündü. Kim yardım
edecek ki bana?
Gelecekten gelen güçler J
meğer zaten set up’ı – kurulumu – hazırlamış.*** Uzaklaştığımda fark edebildim
orkestrayı. Asra, çok zeki mühendis, Selahattin ve Ayşe, çakmakçı çocuk,
Yılmaz, arkadaşımın arkadaşı, Dodanlı ve Herbişi’den herkes. Karşıma çıkan
herkes bir şekilde şifanın bir parçası olmuşlar. Klasik hikâye.
Bu yolculuğa çıkmadan önce, klasik hikâyeleri
de iyileşme süreçlerini de sevmezdim. Yara demekti çünkü iyileşmek, belki
hastalık ya da sorun. Zaten bu yüzden, asla ait olduğumu hissetmedim. Evin
yolunu bulmak zordu.
Yürümek güzel bir
açılım.
Çıralı’daki son geceyi Dodanlı’yla sahilde geçirdik. Attık
uyku tutumlarını şezlonglara. İçlerine uzandık. Bir şey içtiğimizi
hatırlamıyorum ama ben sarhoştum.
Hikâye şöyleydi:
“Dodanlı Viyana’ya bir tiyatro oyunu için gittiğinde, özel
bir kostüm gerekiyormuş. Bir sürü moda stüdyosundan gelmişler de bizim kız bir
türlü beğenmemiş. En sonunda Michael, doğru kostümü giydirdiğinde iki âşıktan
ibaretlermiş artık. “
Daha uzun olmalı bu hikâye.
Dalgaların sesini hatırlıyorum yıldızlarla. Dodanlı
birbirlerini nasıl sevdiklerini anlatıyordu Sinemadaki o gün, o halimden ne
kadar da farklıyım, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Gün ışığında etrafına baksan
gece yıldızlardan dünyaya bilinçli bi yanlışlıkla düşmüş iki kadın olduğumuzu görebilirsin.
Çok mutluyum, demek istediğimi hatırlıyorum Dodanlı’yı dinlerken.
Uyuyakalmışım.
Yıldızlar:
*Belgesel’in kısa bir özeti sayılan şu videoyu da
izleyebilirsiniz. http://www.youtube.com/watch?v=BxQZzTJd9KE
**Röportajı da buraya koyalım. http://www.bantmag.com/magazine/issue/post/28/231
***Interstellar’a gönderme yapmaya çalıştım. Olmuş mu?