21 Ekim 2012 Pazar

P.A.R.T.S geldi - gitti

"O zaman P.A.R.T.S 'ta dans etmek için başvur. Madem hayatın için en önemli şeylerden biri, büyük düşünmelisin; yoksa devamı gelmez." demişti Gisele. 

Yapmacık bir şekilde gülümsemiştim ve, "Ben ondan bahsetmiyorum." demiştim. 

Hayatımın ne kadar berbat gittiğini anlatırken aldığım tavsiyelerden biri de buydu. Avrupa'nın en önemli, başarılı ve yenilikçi dans topluluğunu ilk defa duymuştum, kesinlikle Gisele'in söylediğinden bahsetmiyordum! Peki ya neden bahsediyordum yahu? İnsan gerçeklerle yüzleşmek istemediğinde saatlerce konuşup hiçbir şey anlatmamayı başarabiliyor. Öyle gökten düşmüyor yani bu yetenek :) 

Önce uzun yıllar dans ettiğini, bir süre Brüksel'de kaldığını söyledikten sonra hayatım boyunca dans etmek istiyorum, derken dikkatli olmak lazım. P.A.R.T.S da ne? dersen, karşındaki şöyle bir durur. Gisele de durdu kaldı zaten. Demokrasi parkındaydık. 

"Dans etmeyi kimseye öğretemem.
Herkes kendi kendine öğrenir dans etmeyi.
ama belki bir arzu verebilirim. Ve deneyim.
Meydan okumalar için yer verebilirim." 
(P.A.R.T.S 'ın ilk program broşüründeki ön söz, 1995) 

Eve gelince hemen web sayfalarına baktım... 
http://www.parts.be/en/home

Şimdiye kadar kendilerinden bihaber oluşumun nedenlerini düşündüm. Kendime sinir oldum, yine de şımarıkça İstanbul'a gelmelerini istedim. 
Çok değil, bir kaç ay geçti üzerinden ve P.A.R.T.S 'ın yeni mezun öğrencileri iDans kapsamında 19 ve 20 Ekim'de İstanbul'a geldi. MSGSÜ'nün Bomonti'deki kampüsünde "Graduation" gösterimlerini sundular. 
İsimleri "Natural Order is a Special Case" ve "111-1" olan gösterimler, aşağıda paylaştığım videodaki dansçıların çalışmalarıydı. 






Girişte aldığım kitapçıkta, ilk performans Natural Order is a Speacial Case için şunlar yazıyordu. "Hafızanın ve dilin sınırlarını aşarak ortak bir payda yaratan iki dansçı, sahne üzerinde imgelemlerinin yansımaları ve hafızalarından beslenerek birbirleriyle iletişim kurdukları bir iş birliği yaratıyor. Ortaya çıkan iş, içinde bir parça drama ve mizah da bulunan sıradışı ve soyut bir performans." Böyle açıklamalar İngilizcede yeteri kadar karizmatik dururken, Türkçe'ye neden bir türlü oturmuyor, en azından benim için, diye düşünürken gösterim başladı. Ve beden dilinin de her dil gibi bir coğrafyası olduğuna karar verdim. İlk dakikalarda tek görebildiğim, sahnedeki iki bedenin birbirleriyle ve tabii kendileriyle olan iletişimlerinin benim için ne kadar da farklı, tam anlamıyla yabancı geldiğiydi. Sonra ilk defa bir yabancı olarak gittiğimde hissettiklerimi hatırladım ve sanırım o an bırakabildim bunları düşünmeyi... Ne kadar da özgürce hareket ediyorlardı. 
ikinci gösterim, 111-1 'de artık alışmaya başlamıştım. Sahnede dört erkek dansçı vardı ve muhtemelen hepsi de farklı ülkelerdendi. Sürekli tekrarlanan ve tekrarlandıkça daralan bir döngü düşünün. Bu döngüde gittiğin mekanlardaki her türlü rastlantılar ve tercihler var. Her gün gittiğiniz okulda ya da işte, sürekli rastladığınız birisiyle kahve içmeyi tercih ediyorsanız o döngü daralıyor ve giderek yakınlaşıyorsunuz birbirinize. Yakınlaştıkça da iletişimdeki samimiyet giderek artıyor. P.A.R.T.S 'ın yeni mezunları, bunun koreografisini yapmışlardı. çok iyiydiler. Gördüklerimi anlatabildiğim kadarı böyle... Bir de somutlaştıramadıklarım var ki, dansın en sevdiğim yani. Peki, sahne sanatlarının diyelim. 


Gösterimler Mimar Sinan Üniversitesi'nin Bomonti kampüsündeki "Şebnem Selışık Aksan Sahnesi"nde gerçekleşti. Gereksiz gelebilir; ama Şebnem Aksan'la birebir tanışmış olmak bana her zaman keyif verecek. Düşündükçe kendi kendime donup kaldığım başka bir şey söyliyim mi, tanıştığımızda kendisinin Mimar Sinan Modern Dans bölümünün kurucusu olduğunu bilmiyordum. 

Sahneye girerken bir zamanlar Radikal Gazetesinde yazan ve Bilgi'nin de Sahne Sanatları hocalarından biri olan Seyhan Ada ile karşılaştım. Davetlilerdendi. "Keşke yazsanız Radikal'e, P.A.R.T.S yeteri kadar iyi bir haber, değil mi?" dedim. Gülüştük. 

Gülünce, bir anda etrafımdaki insanlara takıldı gözüm. İşten çıkıp gelen tek kişi bendim. Öğrenciler, çoğunlukla da "Avrupalılar" vardı. Bu da tabii ki beni bir sonraki yazının konusuna getirdi. Ekonomiye giren insanların nerede yediği, içtiği, ne izlediği, hangi sanatçıya gittiği ve tabii gitmedikleri, yapmadıkları üzerinden bir toplumla ilgili neler söyleyebilir? Özellikle de orta sınıfın ilgilenmesi, o sanat için olumludur, diyebilir miyiz? 

Yeri gelmişken söylemekte yarar olabilir, iDans AB Kültür Programının Türkiye'de desteğe hak kazanmış ilk festivali. Nereden mi biliyorum, dağıtılan kitapçıkta belirtme gereği duyulmuş. 

Böyle soru ve bu tarz ayrıntılara önem veriyorum. İlk sorunun cevabı, çok şey söylenir. ikinci sorunun cevabı, tabii ki olumlu olacaktır. Öncelikle o toplumun kendisi için, derim ben. iddialı gördüm kendimi. Bakalım daha neler neler diyeceğim...